Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN silah arkadaşı Nuri CONKER'in yazdığı Zabit ve Kumandan adlı eserin Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından incelenmesi ve çeşitli katkılar ile geliştirilmiş halidir. İçeriği bütün Türk Subayları tarafından bilinen bu eser için tanıtım yazmak yerine eseri birleştirip yeni harfler ile ilk defa yayımlayan Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yakın arkadaşlarından Merhum Ruşen Eşref ÜNAYDIN'ın önsözünü koymanın uygun olacağını düşündüm. Bir kez daha okunması hafızamızı tazelemesi, askerlik sanatının en hassas hususlarını bir kez daha hatırlamamızı sağlayacaktır. Her asker için başucu kitabı okuyun, okutun. Saygılar.
Aziz GÜLER
.jpg)
GİRİŞ
"Zabit ve Kumandan ile Hasbihal" Mustafa Kemal'in yazıp yayınladığı kitapların çapça en ufaklarından biridir; belki de en ufağı... Fakat taşıdığı mana bakımından, şüphesiz ki, çok büyük değerdedir. Bu değer, kitabın felsefede kullanılan: "Nicedir?" fakat: "Nice ol-malıydı?" yoklamalarına kendi konusunda bilimli bir karşılık teşkil etmesinden ve hele: "Nice olmalıydı’yı gerçekleştirecek insanı büyük eserinden çok daha önce bildirmiş olmasından ileri geliyor. Uyandırdığı ilgi, ruhun maddeye karakterin bilgiye üstün olduğuna inanır, fakat ikisi de en verimli biçimde kaynaşarak birbirini desteklerse sonucun sağlam olacağına güven besler gerçekçi bir görüşte ülkücü bir anlayışın yurtseverlik, millet severlik, meslek severlik ve ileri düşünürlük prensiplerini kendinde diri tutmasından ileri geliyor.
"Sehl-i mümteni"in, veya "vecizenin ta kendidir" denebilecek bu kitapçık, Mustafa Kemal'in kişiliğini araştırıp yazacaklar için asla ihmal edilemez bir belgedir. Onun, değil her faslı hatta her paragrafı ayrı ayrı incelenmeli; eleştirilmeli, yorumlanmalıdır.
Zamanla askerlikteki bazı usuller de tabii olarak değişmiş, yenileşmiş bulunsa dahi, meslek sever genç subayın, devrim kavramına bağlı aydın sivilin bu kitaptan daima öğreneceği, hiç değişmez, köklü ders konuları vardır.
*
Kitap, bir göndermeye karşılık olarak hasbihal biçiminde kaleme alınmıştır: Erkânı Harbiye Binbaşısı Mehmet Nuri Bey'in (rahmetli Nuri Conker) 1913 yıkılışında Birinci Tümen arkadaşlarına verdiği konferansların bir araya toplanmasından vücut bulmuş olan "Zabit ve Kumandan" isimli eserine Bulgaristan’daki Türk Ataşemiliteri Kurmay Yarbay Mustafa Kemal'in cevabı...
Bu bilgiye göre her iki eserin de zaman çevresi, Balkan savaşı ertesi ile Birinci Dünya Savaşı'nın arifesidir.
Facialı olayların zoru altında bir silkinip kalkınma çabasına sahne olmuş bu zaman çevresi, ordumuzun ıslahatçılık tarihi ve psikolojisi bakımından müstesna önemde bir mana taşır. 1908-1909 tarihi, imparatorluğun hükümet rejiminin değişiminde nasıl mühim bir yenileşme başlangıcı olmuşsa, 1913-1914 tarihi de, Balkan bozgunundan sonra imparatorluk ordusunun gençleşmesinde öyle bir başlangıç sayılmıştır. Baş hürriyet yiğidi tanılan, Berlin'e ataşemiliter giden, Trablusgarp savaşında Bingazi müdafii kuvvetlerin umum kumandanı olan, Balkan harbinin ikinci kısmında Hurşit Paşa ordusunun erkânıharbiye reisi olup Edirne istirdadcısı diye şöhreti ordu ve millet arasında bir kat daha büyüyerek kahramanlığın, mücahitliğin ve dinamizmin sembolü sayılma derecesine varan Enver Bey, sadrazam ve serasker Mahmut Şevket Paşa'nın kurban gittiği suikasttan sonra paşa rütbesi ile Harbiye Nâzırı olur olmaz, mağlup orduyu, kesin bir kararla, artık yararsızlaşmış addedilen geçkin kumanda unsurlarından temizlemiştir. Bu yeni orduyu iyice modernleştirerek sağlamlaştırmak güdüsü ile de General Liman von Sanders'in başkanlığı altındaki Alman askeri ıslahat heyeti memlekete getirilmiştir.
İkinci Balkan savaşına son veren Londra muabedesi imzalanıp Balkan devletleri ile diplomatik münasebetler yeniden kurulunca, hürriyet kahramanlarından Paris ataşemiliteri, Trablusgarp müdafaa kuvvetleri erkânıharbiye reisi, ikinci Balkan harbi sırasında Bolayır'da Fahreddin Paşa kolordusu erkânı harbiye reisi, ittihat ve Terakki Partisi Umumi Kâtibi Ali Fethi Okyar Türkiye'nin Sofya Büyükelçiliği'ne; hürriyet kahramanlarından, Hareket ordusu erkânıharbiye reisi, Derne Kuvvetleri Kumandanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal de Sofya ataşemiliterliğine gönderilmişti.
*
İlk subaylık çağları istibdat rejimine karşı Hürriyet kavgaları zamanına, Osmanlı saltanatının Bosna-Hersek'te, Bulgaristan'da, Libya'da, On iki Ada'da, Arnavutluk'ta, Makedonya'da, Batı Trakya'da sona ermesi yıllarına rastlamış; böylece, benlikleri sürgünler, ihtilaller, inkılaplar ve harplar içinden geçe aşa on senede birkaç ömürlük tecrübe edinerek olgunlaşmış yurtsever iki gurbetzede hemşehrinin heyecanını bir felaketin acısı ile bir zaferin özlemi arasında, olanca lirik, elejiyak, satirik, realist ve idealist vasıflarında hıza getirdiği anlaşılan çok esaslı meslek davalarının çözümündeki görüş noktalarını açıklar bu Hasbihal, Mustafa Kemal'in sezişi, kavrayışı, kültürü, inanı, güveni, mantığı ve o demlerde rütbesi iktizası tabii olarak ön planda görülmemekle ve beraber orduda mesleki, fakat milli ishalatcılık isterlikteki kıdami hakkında en doğru düşünceyi edinmemizi sağlamış bulunuyor.
Nuri Conker'in "Zabit ve Kumandandım, esefle söyleyeyim ki okumadım. Fakat Mustâfa Kemal'e, "Hasbihal'de gördüğümüz derecede ilgi ve coşkunluk vermiş ye onun bâzı esaslı konular üzerindeki düşüncelerini açıklayarak meseleyi ve noktainazarını aydınlatmasına vesile ölmüş bulunduğuna göre kuvvetle tahmin ediyorum ki kıymetli bir eser olacaktır.
Herhalde, Dâhinin belli başlı hassalarını Türk nesillerine kendi ağzından duyurmaya yol açan bir kitap yazmış olduğu için Nuri Conker'e rahmet dilemek, doğrusu, şükran borcudur.
*
Altısı Derne cephesindeki resimlere ayrılmış otuz iki sahifelik bir kitaba, bir tek sahifede başlayıp biten, en uzunu dokuz sahifeyi geçmeyen altı fasıl sığdırabilmek; bu fasılların daha ilkinde o zamanki ordunun bütün eksiğini gediğini beş altı maddede toplayıp beş on satırda ortaya koymak; hiç vakit geçirilmeksizin, şu bu kayıtlar konmaksızın, hatır gönül gözetilmeksizin bu eskiler giderilmezse böyle bir ordudan harp zamanı yurdu koruma vazifesi beklenemeyeceğini felaketten önce sezerek, rütbesindeki küçüklüğe bakmadan, hiçbir şeyden çekinmeden yüksek makamların kulağına haykıra haykıra ulaştırmak; bunu böyle yapmanın vicdan ve iz'an sahibi kişiler için ahlâk borcu olduğunu söylemek; ordu kurmanın iyi subay yetiştirmeye bağlı bulunduğuna inanını belirtmek; subayın ere, komutanın subaya iyi örnek olacak ruh yüksekliğinde bulunmasının sağlanması gerektiğini açıklamak; insanların maddece değil, manaca kendilerinden üstün olanlara saygı besler olduklarına dikkati çekmek; yeni zihniyetli bir ordu kurmanın yolunu kıdem ve kademe vasıflarına ve tertiplerine göre aydınlatmak; en iyi ve geniş Harbiye Mektebi öğretiminin bile asıl, ordu mektebinde, iyi komutanların gözcülüğü ve yetiştiriciliği sayesinde sırf iş üzerindeki ciddi eğitim çalışmaları ile gelişebileceğini bildirmek; "Ordu mekteb-i amelisi, ancak bu suretle makamının ehli tabur, alay vs. komutanları yetiştirmek sayesinde milletin evlatları bir sürü gibi değil, şanlı şerefli insanlar olarak şan ve şerefe sevk ve tevcih olunabilir" demek; böylece ordunun öğrencilik çağından en üst komuta mertebesine kadarki esas işlerine akıl erdirmek, dertlerini bilmek, onların düzeltilmeleri çarelerini göstermek, bir genç kolağası şöyle dursun, değme yüksek rütbeli ve makamlı yiğidin bile kârı değildir. Bu bakımdan "Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal "in bu tek faslı bile insana, Koçi Bey'in meşhur risalesi ile İbrahim Müteferrika'nın ordu ıslahatı lüzumunu bildirir lâyihasının tümünden daha ilgi uyandırıcı görünüyor.
Bir devlet sonundaki ordunun maddece ve manaca eksikliklerinin ve bir devlet başlangıcında kurulması gereken.orduda bulunması şart meziyetlerin Mustafa Kemal gözü ile görülüp karşılıklı iki manzara halinde, hem de en canlı renklerle resmedilmiş bir tablosudur denebilecek bu fasıl, bence, kendi tarzında bizim talihimizde ve edebiyatımızda bir eşi daha yok bir belge kıymetindedir. Bu fasıl Mustafa Kemal'in, daha Kolağalığından beri, kendinde büyük bir ıslahatçı meziyeti, bir başkomutan hâslatı sezer olduğunu gösteriyor. Tenkitler de, olaylara Mustafa Kemal gözü ile bakılarak Mustafa Kemal eliyle yazılmış raporlara dayanır gerçekçi ve duygulu hatıralar üzerine yürütülmüştür. Eksiklerin giderilme yolları da onun zekâ haddesinden geçen taşanlarla ışıklandırılmıştır.
Mustafa Kemal'in birinci fasılda Edirne manevrasını, mesela "Karıştıran" da gördüklerini eleştirerek anlatma tarzı, tıpkı Çankaya sofrasında ciddi işleri hikâye ve tenkid ettiği zamanki üslubuna benziyor... Namık Kemalvari olanın hatta yer yer eski Roma belâgatı çeşnisini andırır cümlelerle bezenmiş bulunan bu üslup, görüşteki doğruluk, söyleyişteki açıklık bakımından tipik Ve karakteristik Mustafa Kemal edasındadır: öylesine sağlam mantık; öylesine isabetli kestirip atış, öylesine yüreği kanayarak haykırış, öylesine halis uyarış...
Faslın dramatik mana alan kısmı şudur ki Mustafa Kemal, şikâyetli raporunu vurdumduymaz makama sunmuştur. O makamda Selanikli bir yıl sonra Yunan ordusuna muharebesiz teslim edecek kimseler oturmaktadır. Rapor, o makam sahibinden ordu müfettişliği makamı sahibine kadar gitmiştir. Fakat takdir edilerek değil; haddini bilmezliğin örneği diye gösterilerek... Halbuki, Kurmay Kolağası Mustafa Kemal, esasen ordu müfettişliğine de ayrıca Maruzatta bulunmuştur; hatta bunun son satırlarında, Eskilos'un trajedyalarındaki tok sözlülüğü hatırlatır bir talakatle: "Kumandanlar böyle zatlardan olduktan sonra orduda talim neticesi; emirde, kumandada, itaatta, inzibatta eyi giriş aramak serabda su aramak gibidir" demek kahramanlığını bile göstermiştir.
*
Bununla beraber Mustafa Kemal bu fasılda mesleğin yalnız kadrosunu haddeden geçirmekle, mesleğin her rütbe ve merhalesinde bulunması gereken vasıflan, meziyetleri sayılmakla kalmıyor. Askerliğin gerektirdiği en köklü ruh meselelerine de temas ediyor; mukavemet, fedakârlık ve kahramanlık gibi...
Bu haslatların bugünkü fenne ve terakkiye uygun bir portresini çiziyor... Tasviri, O'nun, sonraları Çanakkale, Muş, Bitlis, Sakarya, Dumlupmar gibi büyük işlerde göstereceği cesareti daha önceden haber vermektedir.
Mustafa Kemal, mertlik haslatlarını, fedakârlık duygularını, yani karakteri askerlik ve subaylık mesleğinde asıl olarak görmektedir: İlim ve fenle disiplin altına alınmamış olsa bile karakter, gene büyüklükler kaynağı olur; ancak, her vakit "emin ve mefkûr" sonuç vermez düşüncesindedir... Cesareti, mukavemeti, kahramanlığı şuurlu bilgili; fennin, meslek sanatının, halin, durumun dileklerine ve gerektirdiklerine uygun; gayeye dayanır istiyor. Eli palalı, atı önde, gözü bir şeyi görmez atılganlığa zafer sağlayıcı gözle bakmaktadır.
İkinci fasılda nefsi istihkardan ve fedakârlık duygusundan bahsederken, Nuri Conker'in; "Bir zabit, sanatı namına, hayat ve mevcudiyetine hiç ehemmiyet vermeyecektir Hayat ve rahatın hiç düşünülmemesi icap edince zabit rahatını ve hayatım feda etmeyi şeref bilecektir. Namusun muktezası budur" dediğini duyunca, Mustafa Kemal gibi, kimseye baş eğmez bir adam, bu hakikat önünde adeta bir fakir derviş tevazuu ile boyun bükerek tasdik etme vaziyeti almakla mesleğine sevgisinin ve saygısının ne güzel bir örneğini vermiş ölüyor! Kahramanın, kendi kılıcım kutlayarak selamlaması gibi adeta dindarca şövalöresk bir jest..
"Muharebede yağan mermi yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenleri ürkenlerden daha az ıslatır diyeceğim" sözü, Anafartalar kahramanının ağzına ne kadar yakışıyor!.. Çöl ve Balkan tecrübelerine dayanan bu söz, Homeros'un Truva'daki Asilin ağzına yaraştırdığı sözlerden insana daha çok tesirli geliyor...
" Subay maiyetindekilerin metanet ve besaletlerinin topundan üstün bir metanet ve besalete malik olmalıdır ki kumanda ettiği insanları kendi bilgisinden ve gücünden faydalandırabilsin" diyen Nuri Bey'e Mustafa Kemal:
"Senin bu sözünü her zabit pek büyük dikkat ve ciddiyetle okumalıdır. Onun manasını beynine hakketmelidir. Ve bilinmelidir ki, bir millet evlatlarının önüne geçip onları ateşe sevketmek hak ve salahiyetini ancak o dediği metanet ve besalet muhassalasını ruhunda bulmuş zabitler haizdir" cevabını sunmakla kendi nazarında subaya ne büyük mana, misyon ve sorum vermiş olduğunu anlatmış oluyor.
Hasbihal'in, belkemiği saydığım üçüncü faslı, bence bütün okul kitaplarına alınacak; ders olarak her neslin Türk çocuklarına kelimesi kelimesine belletilecek değerdedir... Bu fasıl yirminci yüzyılın ilk yirmibeş yılındaki Türk devletinin bütün mukadderatını; o mukadderatı değiştirip zafere ulaştırmakta en baş rolü oynayacak kahramanla birlikte tasvir eden bir "Self portrait"dir.Kurtarıcı Ve kurucunun kendine inanını ve yapacağına güvenini apaçık bildiren bir işarettir bu... Bir yandan yenilmemizle biten Balkan Harbi'nden sonra ordunun başına ıslahatçı olarak getirilmiş yabancı heyeti; Birinci Cihan Savaşı; yenilmemizle sona eren o savaşın sonucundaki mütareke; o mütâreke; o mütâreke içindeki şaşkınlık; kurtuluş yolunu mandaya başvurmada arayış; milli ayaklanma; ona, galip itilaf devletlerince verilen çetecilik ve haydutluk adı Türk vilayetlerinin başka başka devletlere mensup işgal orduları arasında bölüşülmesi; İzmir'e Yunan askeri çıkarılması; bunlara karşı koyup ve birlik kurarak kurtuluş çabasına sarayın ve Babıâli'nin, yabancı baskısına uyarak, isyan gözü ile bakması; milli hareket üzerine Şeyhülislam fetvaları ile donatılmış "Kuvayı İnzibatiye" göndermesi; iç vilayetler ayaklanmaları; Çerkez Ethem ihaneti; Sevr muahedesinin idam hükmü gözönüne getirilir; bir yandan da Kurmay Yarbay Mustafa Kemal'in: "insanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri teşahhus ve tamim eden kimselerdir. Fikrin hassası da hiçbir itirazın bozamayacağı bir şekli mutlak ile kendi kendisim kabul ettirmektir. Bu ise fikrin yavaş yavaş hissiyata istihale ederek akıydeye münkalip olması ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka muhakemelerin hükmü olamaz."
"...Şüphe yok ki bizim milletimizin seciyesi de bütün seciyeler gibi tealiye, matluk şekle tahavüle müstaittir. Fakat binefsihî olmak şartıyla... Eğer bizim seciyemize, hariçten bizim seciyemizden başka secâyâdaki müessirler tarafından bir şekil verilmek istenirse bundan sabit ve muayyen hiçbir şekil, hiçbir netice hasıl olamaz" demiş olduğu okunursa Mustafa Kemal'in 1914'te daha Birinci Cihan Savaşı patlamazdan önce, "gelecek "teki olayları ne kudretli bir ruhla görmüş, ne kuvvetli bir dille noktası noktasına anlatmış olduğu büsbütün ortaya çıkar...
Hele "Askerlerimizin ruhunu kazanmak bizim için bir vazife olduğu gibi evvela onlarda bir ruh, bir emel, bir seciye yaratmak da Allah'tan ve Medine-i Münevverede yatan Cenab-ı Peygamberden sonra bize teveccüh ediyor" demiş olması, yapacağına olaylardan çok daha önce inanan ve başaracağına hiç şüphesiz güvenen kurtarıcı ve kurucunun peygamberane denebilecek manadaki açıklayışını gözlerimiz önüne koyuyor.
Erzurum, Sivas Kongreleri, Milli Misak, Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti, Sakarya, Dumlupınar hep bu sesin ve bu sözün içinde kendini duyurmuyor mu?..
Bu belgeden öğünç duymaya milletimizin, kazandığı zaferle, yerden göğe kadar hakkı vardır. Mustafa Kemal'in kim olduğunu inceleyecek bütün medeniyet dünyası için, bütün insanlık için, onun kendi ağzından işitilmiş bu sözler en doğru, en iftihar duyurucudur.
Hele kitabın dördüncü faslı! Başlıklı fasılların ilki ve fasılların en kısası olan "Ruh-ı Taarruzdun başındaki şu:
"Ordunun vazifesi, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette, yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkılmış olduğuna değer" sözü, 1919 Mayıs'ında onun Samsun'a çıkmakla başına geçtiği millet hareketinin, daha 1914'te Sofya'da iken ruhunun aynasına aksetmiş ilk manzarası sayılsa yeridir.
*
"Zabit ve Kumandan ile Hasbihal'in daha ilk faslındaki bir paragrafta: "Makamının ehli kumandanlar yetiştirmek sayesinde milletin evlatlarının bir sürü gibi değil, şanlı şerefli insanlar olarak şana, şerefe götürebileceğini" söylemiş olan Yarbay, makbul derecesinin ölçüsünü, aşın taşmasının yararsızlığını kendi denemelerine dayanarak bildirdiği ve eskisi ile yenisi arasındaki başkalığı pek açıkça belirttiği inisiyatif bahsinde da şahsiyetin, hareket serbestliğinin ezilmemesine; fikre, kişiliğe sarsıntı getirilmesine çok önem verilmesi gerektiğini anlatıp yazmakla ileri düşünürlüğünün güzel bir örneğini daha göstermiş oluyor.
Düşmanın bir hareketi sezilince muharebe ihtimali mevcuttur derken: "Muharebe için düşmanı ordugâhımızda beklemek olmaz; onu uzaktan karşılamak yeğdir. Düşman az ise yetişenlerimiz onu durdurur veya geri püskürtür, Çoksa bütün dövüşçüler yetişinceye kadar düşmana tüfek atar, hareketini ağırlaştırırız; gerekirse biraz geriye çekiliriz, Fakat ileri gitmek beklemekten iyidir. Hiçbir şey yapamazsak düşman görür, kuvvetini anlar, meraktan çıkarız" düşüncesindedir, işte, bu konuda keyfiyeti kemiyete, zekâyı ye iradeyi değer bir düşüncesi daha; Derne'deki denemesindenedindiği kanıya göre; "Eldeki vasıta ortaçağ yadigarı olsa da bunun eczası, görülecek iş için adım başında bir emre, bir ihtara ihtiyaç göstermeden kendiliğinden harekette feyzini almış bulunursa, karşısındaki bu hassadan mahrum kaldıkça terakkiler dünyasının en büyük lütufları ile mesud olsa bile muzaffer olamaz!.."
Karekteri büyüklükler kaynağı sayan Yarbay, bir orduyu terkip eden her kişiyi yaşar bir makinenin canlı parçası olarak görünüyor. Bu makineyi harekete getirecek vasıtayı, bu makineyi vücuda getiren yaşar uzuvları dimağlarındaki kuvvet ve kanlarındaki ruhta buluyor. Bu manivelanın işlemesini ve tatbik noktasını dimağda, kalpte arıyor.
Bütün nutkunun gençliğe hitap eden kısmında:
"Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diyen Büyük Önder'in bu düşünceye ne zamandan beri inanır olduğu bu faslın bu bahsinde kendini, işte, gün gibi açık gösteriyor.
O fasla kadar söylediği bütün hakikatlerin ve saydığı meziyetlerin bir uygulanmasıdır denebilecek altıncı fasıldaki inisiyatif hareket ve dinamizm misallerini kendisine gönderilmiş raporlardan aldığı parçalarla birer ispat belgesi gibi sıralamadan önce başkalarının büyüklerini hiç kıskanmadan, izzetinefsini hiç incitmeden, Mustafa Kemal'in, milli duygusu ve gururu aşkına şu:
"Fakat, bu noktada bütün açıklığı ile canlandırılmak gereken bir hakikat-i mahza vardır ki o da sıcak kanlı Afrika evlatlarında o saydığımız cengaverine vasıfların fiil halinde görülmeleri bir takını âteşin ruhların Afrika göğünde pervazı ile başlar" diyen sözleri, bir yurtseverin ağzından imrenilerek dinlenecek üstünlükte bir derstir.
Sonradan büyük zaferler ertesinde Millet Meclisi kürsüsündeki nutuklarında silah arkadaşlarının kahramanlık hakkını hiç sakınmadan ve kıskanmadan övdüğünü kendi ağzından işittikçe hayran kaldığımız o ruh cömertliğini Yarbay Mustafa Kemal'in Hasbihalinin bu faslında: "Askerlik ruhuna safa verecek ve bütün askerler için örnek olmaya değecek yüzlerce raporlar takrirlerden bazılarının bazı cümlelerini o kıymetli asker arkadaşların hürmet ve tebcil ile anılmasına vesile olmak üzere aynen derç" etmesinde buluyoruz.
*
Hâsılı, mesleğindeki ilk rütbelerinden beri bir genç kurmay subayında büyük din hareketlerine, kıtalar kaplayıcı keskinlikte fütühatçılık hareketlerine, kendi zamanında Uzak Doğu'da iki büyük devlet boğuşmasından çıkan manaya ilgi gösterip yorumlarda bulunacak kadar; o vakitler henüz pek kullanılmamış inisiyatif gibi terimleri kullanıp şerhetme yetkisini kendinde görecek kadar geniş, kültürlü, kavrayışlı, ileri görüşlü düşüncelerin yer etmiş olması ve bunların hepsinin bu küçücük kitapta kuvvet ve cesaretle daha o vakitler söylenip yazılmış bulunması, insanı hayrette ve hayran bırakıyor. Dediğim gibi, bu küçücük kitap bir büyük tebşirdir.
"Zabit ve Kumandan ile Hasbihal' gerçi 1914 Mayıs'ında Sofya'da yazılmıştır. Fakat ilk yaprakta da işaret edildiği üzere Birinci Cihan Savaşı boyunca şu bu kayıtlar yüzünden 1918 'e kadar yayımlanamamıştır. Nihayet, Mustafa Kemal'in öteden beri yakın arkadaşı ve Sofya'da iken elçisi Ali Fethi Okyar ile birlikte 1918 mütarekesi başlarında İstanbul'da bir müddet çıkardıkları "Minber" gazetesinin matbaasında, her ikisinin de dostu ve gazete idaresi işlerinde vekili Sayın Doktor Rasim Ferit Talay'dan öğrendiğime göre Mustafa Kemal Paşa'nın arzusu ve emri üzerine bin nüsha olarak basılmıştır. Ve her nüshası yedi buçuk kuruş fiyatla satışa çıkarılmıştır. Bunlardan bir miktarını dostlarına hediye etmek üzere Paşa almıştır. Geriye kalanı da, Paşa Andolu'ya geçip Babıâli'ce askerlikle münasebeti kesildikten sonra, Damat Ferit hükümeti tarafından toplattırılarak yok edilmiştir...
Bendeki nüsha Büyük Adamın o zaman İstanbul'da iken el yazısı ve imzası ile bir kat daha kıymetlendirilerek bana vermek lütfunda bulunmuş olduğu nüshadır. Bu nüshanın şimdiye kadar elimde kalmasını, eşim Saliha'nın Mütarekede galip bir İtilaf Devleti subayına verilmek üzere bir gün içinde eşyamızla birlikte apartmanımızdan kapı dışarı edilmek; İnebolu’ya geçerken, Ümit vapuru, Anadolu'ya subay ve silah kaçırmaktadır diye haber verilmesi üzerine Kız kulesi açıklarında itilaf kontrolünce dört gün dört gece alıkonarak köşesi bucağı bavul, çuval aranıp taranmak; Buhârâ'ya sefaret memurluğu ile giderken Batum'dan öne bırakılmamak gibi sergüzeştlerde yabancı ele geçirtmeden; Anadolu içindeki taşınmalarımızda ve yurt dışındaki seyahatlerimizde ziyana uğratmadan sağlamış bulunmasına borçluyum. Kadirbilirliğinden dolayı kendisine binada bir daha teşekkür ederim.
*
Mütareke şartları içinde elde kalabilen basit kâğıt üzerine ufak punto ile basılmış pembe kaplı küçücük bir risale kılığındaki "Zabit ve Kumandan ile Hasbihal", yıllar yılı, kimsenin dikkatini çekmedi. Yanılmıyorsam, ondan ilk bahseden ben oldum. Geçen sene "Ulus"ta yayınladığım hatıralarda onun önemini belirttikten sonra gerekli ve yetkili kaynakların onu yeni harflerle bastırarak okurların göz önüne bir an öne koymasını dilemiştim. Daha sonra da, ya doğrudan doğruya, ya dostlar yolu ile ilgilerini çektiğim, -yetkili olabilecek- kaynaklar iyi niyetler belirttiler; Hatta tehalük gösterdiler. Bununla beraber, şimdiye kadar gerçekleştirici bir yürürlükte henüz bulunulmadı. Başvurduklarım arasında yalnız, dostum Hasan Âli Yücel bununla çok alakalandı. Bendeki nüshadan bir kopya çıkarılarak eserin iş Bankası Yayınları arasında yeni harflerle basılması için teşebbüsünü esirgemedi. Dileğim üzerine bütün gelirinin Atatürk armağanı olarak bankaca bir hayır işine bağlanmasına çalışmayı, o üzerine aldı. Bu eseri bastırmakla Büyük Adamın hatırasına gösterdiği bağlılıktan ve kültürümüzün zenginleşmesine ettiği hizmetten dolayı İş Bankası'na çok teşekkür ederim.
*
İlk baskıda Arapça ve Farsça kurallara göre, o zamanın geleneğince yapılmış zincirleme tamlamaları, dilimizin bugünkü özelleşmesini gözönünde tutarak, bir de yazı yeni nesiller tarafından daha kolayca anlaşılsın diye Türkçeleştirerek değiştirmek cüretinde bulundum. Dil ve Tarih kurumlarının kurucu ve koruyucu başkanı sağ olsaydı, şüphe yok ki, kendi de bu açıklaştırmayı yapacaktı. Mesela, bugün o da "Âbda taharri-i serab kabilindendir", "İcâbât-ı ruhîye-i beşerîyedendir", "Ahvâl-i ruhîye-i beşerîyyeye adem-i vukuftur" demeyecekti. "Bilâküyûd-i müsamaha evsaf-u liyâkat-i mahsusa sahibi" demeyecekti... Cüretimin özrünü bu sebepte buluyorum. Onun üslubundaki ağır, ve kârlı ve yazıldığı güne göre makbul ve tantanalı olan ahenkden hiç şüphesiz büyük bir şey yitirmiş olmanın eksikliğine karşılık, düşüncelerinin keskinliği bugün de zorluksuz anlaşılabilmek yararlığına erişilmiştir sanıyorum.
Çünkü bu çapı küçük, fakat manası büyük kitapta Mustafa Kemal'in ruhu bütün olağanüstü realizmi ve mistisizmi ile açık ve çok canlı görünüyor. Onuncu yıl nutkundaki: "Onbeş yıldır sana bir çok vaatte bulundum. Bahtiyarım ki, hiçbirinde isabetsizliğe uğramadım" demesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki en son açış söylevinde: "Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil; doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz... Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkan neticelerdir" demesi hatırlanırsa onların nüvelerinin 1914'te yazılmış bu Hasbihalde, hatta bu Hasbıhalin birinci faslını şu: "Biz, o zaman hükmümüzü vermiş ve sada-yi vicdanımızı en yüksek perdeden en büyük kulaklara işittirmek azminde bulunmuş ve bazı nikatın nazar-ı dikkat ve intibaha arzını vazife-i vicdaniye addederiz, demiştik"... Ve en nihayet hatırlattık ki: Ordunun selametini vicdanen düşünen erbab-ı namus ve ahlak riyadan muarradır. Ahlak-ı teveccühü celbetmekten ziyade men eden bir surette idare-i kelâm ederler" diyen paragraflarındaki sözlerinde daha 1911 'den beri belirtilmiş bulunduğu; bu sözleri söyleyenin nasıl biteviye bir değişmez mantık taşıdığı ve sağlam bir karaktere sahip olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Okurları, asıl eserin huzuruna çıkarmadan önce bu uzun sözlerimle geciktirmiş bulunduğumdan dolayı kendilerinden bin özür dilerim. Bu hareketimi ancak benim Atatürk'e sevgime ve saygıma vereceklerinden eminim.
Bir büyük insanın ne vasıfla olduğunu ve o vasıftaki insanın, çok şükür ki bizim milletimiz oğlu ve önderi olduğunu kendi eseri ile göstermek istedim. Bu eserin huzurunda ona hayranlığımı bir kere daha belirttikten sonra okurları büyük adamla başbaşa bırakıyorum.
Ruşen Eşref Ünaydın